4.12.2013

Yüzyıllık Yalnızlık- Büyülü Gerçekçilik


             Büyülü gerçekçilik akımının öncülerinden olan Gabriel García Márquez’in Yüzyıllık Yalnızlık adlı romanını yazarken bu anlatım tarzından yararlandığı görülmektedir. Yazarın bu tarzı benimsemesinde, kitabın arka kapağında bahsettiği gibi; büyükannesinin, en acımasız şeyleri bile zengin imgeler kullanıp duygusuz ve olağan bir tavır ile anlatmasının etkisi vardır. Çünkü büyülü gerçekçilikte, yazarın Yüzyıllık Yalnızlık adlı kitabının neredeyse her sayfasında kullandığı gibi, anlatımda hakim olan fantastik ve mistik atmosfere, hikayelerin doğaüstü görünmesine rağmen okuyucunun gerçeklik ile bağının kopmadığı fark edilmektedir. Yazar, büyükannesinin anlatımı gibi, yazı dili duygulardan uzak ve olağandışı gibi görünen olayların da aslında ne kadar gerçek olduğunu okuyucuya düşündürtmektedir. İncelemenin daha anlaşılır olması adına bu akım ile ilgili kısa bir bilgi verilecektir. Cuddon’a göre;
       Büyülü gerçekçilik akımının en önemli özellikleri, fantastik ya da tuhaf unsurlarla, gerçekçi unsurların karıştırılması ya da yan yana kullanılması, kıvrımlı hatta labirentimsi anlatım tekniklerine ve temalara, ustalıklı zaman değişimlerine, rüyalara, yerel mitlere, cinlerle, perilerle dolu masalımsı hikâyelemeye yer verilmesi, dışavurumcu ve gerçeküstücü tanımlamaların ve esrarengiz bir bilgelikle korkunç, izah edilemez, şaşırtıcı ve hatta ani şok yaratacak unsurların kullanımıdır. (Aktaran Elif Diler,Emir,2011: 52)
              Gabriel García Márquezin Yüzyıllık Yalnızlık adlı romanını neden fantastik bir roman değil de büyülü gerçekçilik akımının başarılı örneklerinden biri olarak kabul edildiği düşünüldüğünde, bu iki akımın farkını ortaya koymak açıklayıcı olacaktır:
           Eğer bir hayalet kahvaltı masanıza oturur ve siz de korkar, dehşete düşerseniz bu [türce] korku ya da fantastik olur… Ancak eğer, ‘Ah, bir hayalet; lütfen şu reçeli bana uzatır mısın?’ dedikten sonra hayalet: ‘Benim büyükannem çok güzel soğan reçeli yapardı.’ der ve siz buna karşılık ‘Saçmalama, soğanın reçeli yapılmaz!’ derseniz, işte o zaman anlatı büyülü gerçekçi olur. (Erdem, 175)
              Yüzyıllık Yalnızlık kitabı baştan ayağa büyülü gerçekçiliğin örneklerinden oluşmaktadır ki gerçekçi romanların yer, zaman ve karakter betimlemesinden farklı bir şekilde yazıldığı görülmekte, aynı zamanda bir sonraki sayfada tahmin edemeyeceğiniz olayların derinliğini ve sürprizini içinizde barındırtmaktadır. Şu an var olan biri, örneğin çamaşır asarken güzel Remedios süzülerek uçar gider ve bir sonraki sayfada onu göremezsiniz ama öyledir ki gelip gelmeyeceği de yazara kalmıştır.
             Kitabın konusuna değinmek gerekirse, Macondo ismini verdikleri bir kasaba kuran José Arcadio Buendia – Ursula Iguarán çifti ve ailesinin buradaki yüz yıllık soylarının yalnızlık laneti ile nasıl harmanlandığı hikayeyi oluşturmaktadır. Bu kasabanın dışarısı ile tek bağlantısı Çingenelerdir ve getirdikleri yeni icatlar ile yazar onların geleceği yansıttığını,geleceği getirdiğini düşündürtmektedir ki kitapta, sihirli güçlere sahip çingene Melquiades’in ailenin “yalnızlık” tarihini yazmış olacak kadar önemli bir rolü vardır. Buendia soyu ne kadar çoğalırlarsa çoğalsın yalnızlığa mahkum olacaktır ve yalnız ölmek onların kesin sonudur. Kitapta ensest ilişkilerin devamlı olduğu bir aile yapısı görmekteyiz ki kitabın son sayfalarında Buendia soyunun son ferdi Aureliano, Melquiades’in el yazması kehanetleri okurken kardeşi olduğunu sandığı eşinin aslında onun teyzesi olduğunu öğrenmektedir ve devam ederken kendi sonunun yazıldığını da görmektedir, sonunu okurken bir taraftan da yaşamaktadır, çünkü Melquiades yüzyıllık yalnızlık lanetini bu soyun içinde sonlandırmıştır.
            Anlatım açısından bakılacak olursa kitap sade bir anlatım dili ile yazılmıştır. Kitabın başında okuyucuyu karşılayan soy ağacı kişilerin kim olduğunu anlamada yardımcı olmuş lakin soyun aynı isimler ile devam ediyor olması devamlı başa dönüp bu ismin hangi kişiyi belirttiğini bulmaya çalışmaya zorlamıştır. Kim kimdi karmaşasından sıyrılıp, bu kadar yaratıcı ve her şeyi düşünebilecek yapıda bir yazarın böyle bir şeyi neden tercih etmiş olacağı düşünüldüğünde karşımıza bunu bir mesaj vermek amacı ile yapmış olup olmayacağı çıkmaktadır. Örneğin, aynı isme sahip olan kişilerin aynı karakter özelliklerin yansıttığı hissettirilmektedir. Bu da bu lanet içerisinde o kişilerin atalarından farklı olmadığını, zaman ne kadar geçerse geçsin aslında kronolojik değil de döngüsel bir zaman kavramı içinde bu soyun var olduğunu ve hepsinin sonunun da yine aynı olacağını; dolayısı ile yalnız hayatlarının sonunun da yalnız yazılacağını göstermektedir.
            Yüzyıllık Yalnızlık kitabının toplumsal açıdan incelendiğinde, kendi köylerinde birlik ve beraberlik ile topraklarını eşit bir şekilde paylaşıp, sorunsuz bir şekilde yaşayan köy halkına hükümetin gönderdiği silahlı bir hukuk adamı, din adamı, askerler ve çingenelerin dahil olması ile karmaşıklaşan toplum yapısı, ticaret alanlarının genişlemesi ile de köyün kasabaya dönüşmesi ve rant kavgasına bürünen bir ortamın oluşmasına neden olduğu görülmektedir. Böylece toplum içi ilişkilerin de bununla birlikte ne denli değişebildiği açıkça görülmektedir. Buendia soyunun yalnız bir son ile düşüşü bu kasabanın da yok olmaya başlaması ile aynı zamana denk geldiği fark edilmektedir.
             Yazarın anlatım tarzından olsagerek, bahsettiği son anı romanın son karakteri yaşarken okuyucu da çevresinde gezinen rüzgarı ve gördüğü aynayı hissetmektedir. Okuyucuya gerçeküstü anları da inandırabilecek yapıda bir kalemi vardır.
             Gabriel García Márquez’in büyülü gerçekçilik akımının öncülerinden olduğunu bize kanıtladığı Yüzyıllık Yalnızlık romanını yalnız bir soya ve bu soyun geleceğine dair anlatılarını okuyucuyu büyüleyen bir gerçeklik ile sunduğu görülmektedir. Edebiyatın farklı bir yanını okuyucuya sunmakla birlikte okuyucuyu gerçeküstü sürprizler yaparak onları şaşırtmaktadır ama sonuç olarak kesin bir son da vardır..
            Yalnızlık.
Cansen Yelesen 
      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder